29 Kasım 2013 Cuma

HEPSİ BU KADAR


Birisi beni 30 katlı bir binadan aşağı bıraktı, eminim. Başka bir açıklaması olamaz! İşin kötüsü henüz yere bile çakılmadım. Saçlarım salınıyor ağır çekim. Gözlerim, derim çekiliyor rüzgarın etkisiyle...

5 Kasım 2013 Salı

DAR RUHLAR


Elimde Pascal Mercier'in "Lizbon'a Gece Treni" adlı kitabı, köprüden geçiyorum. O enfes manzaraya saygımdan her zamanki gibi ara veriyorum okumaya. "Her zamanki" gibi diyorum, abartmıyorum. İşe gidiş - dönüş yolum bir tutam boğaz manzarası, bir tutam metrobüs havasından oluşuyor çünkü:)

6 Ekim 2013 Pazar

Pİ'NİN YAŞAMI ÇÖZÜMLEMESİ...

Her izlediğim filmi not düşemiyorum buraya... O kadar çok izliyorum ki, "Yetişemiyorum" desem abartmış olmam:)

Ama Pi'nin Yaşamı özel bir film haline geldi benim için. Bir kere uzun süredir izlemek istediğim ve bir türlü fırsat bulamadığım için kıymete binmişti çoktan:) Bir de yapı itibariyle en çok sevdiğim film tarzında; yani ucu açık, düşünmeyi gerektiren bir film olduğunu görünce sevdim ki ne sevdim... Sırf görsel efektleri için bile izlenebilir derecede etkileyici geldi bana.

4 Ekim 2013 Cuma

KİTAPLAR GÖZÜNDEN BOLŞEVİK İHTİLALİ ÖNCESİ VE SONRASI

Bazı kitaplar içeriği, biçemi, konusundan daha çok yazıldığı dönemle ün salarlar...
Tıpkı Aleksandr Soljenitsin'in Ivan Denisoviç'in Bir Günü adlı kitabı gibi.

2 Ekim 2013 Çarşamba

YAVAŞ YAVAŞ ÖLMEYELİM...

Yavaş Yavaş Ölürler

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

23 Ağustos 2013 Cuma

HAYATA BİR ES

Şüphesiz en sevdiğim yerleşim alanlarından birinde bu satırları düşüyorum. Saros Körfezi'ndeyim...

Erken uyandım. İyi ki de uyanmışım. Gözlerim uyku göreceğine şu manzarayı görsün, razıyım. Kulağımda uyku sessizliği yerine komşu balkonda asılı duran deniz kabuklarından yapılma rüzgar çanı çınlasın. Bahçedeki güllerin, ortancaların kokusunu alsın burnum, bir de denizin...

15 Ağustos 2013 Perşembe

ONA MAL CANIN YONGASIDIR DENMEZ CANIM!

Taşı veya ağacı, pürüzlerini gidererek düzeltmek, işe yarar bir biçime sokmak için yontarlar. Yontmak yahut eski Türkçedeki söylenişiyle “yonmak”, bir düzeltme işlemidir demek ki. Nitekim ağaç yonulur, türlü işlerde kullanılabilecek ahşap malzeme olur. Taş yonulur, duvar olur. Kamış yonulur, kalem olur...

3 Ağustos 2013 Cumartesi

CAN DOSTUM

Çok oldu, izlediğim filmleri yazmadım...

Oysa neredeyse her hafta bir film devirmeye çalışıyorum. Çok seviyorum, elimde değil:) Bugün size tanıtacağım filmin adı "Can Dostum (Intouchables)"...

Eric Toledano ve Olivier Nakache'ın yönetmenliğini yaptığı 2011 yapımı bir Fransız filmi. 

Geçirdiği kazadan sonra felç olan zengin aristokrat Philippe, cezaevinden çıkmış Driss’i bakıcısı olarak işe alıyor. Herkes Driss’in bu iş için uygun olmayacağını düşünürken, Philippe ona inanıp şans veriyor. Size de dünya dursa yan yana gelmeyecek olan bu iki karşıt dünya görüşünün çarpışmasının ve zamanla çılgın bir dostluğa dönüşmesinin, insanı derinden etkileyen hikâyesini izlemek kalıyor. 

Bol müzik dinleyip gülümseyeceğiniz, üstüne bir de hüzünleneceğiniz gerçek bir hikayeden alıntılanmış filmin, özellikle de Omar Sy'ın oyunculuğuyla leziz bir hale geldiğini söyleyebilirim.

İşte size güzel bir sahne ve birkaç fotoğraf:)




1 Ağustos 2013 Perşembe

TAHTEREVALLİ

Ağustos ayını sevmem. Ama ilk gününü sevdim. Birçok nedeni var, sormayın.

Günlerdir doğru düzgün uyuyamıyordum, tabir-i caizse yunuslar gibi tek gözüm açık uykuya dalıyordum. Dün gece güzel bir uyku çektim. Bu uykunun etkisiyle de beynim gerekli işlevleri yerine getirmeye, mantığım bana (mantıklı konuşacak ya...) sebep-sonuç ilişkisi içinde ihtiyaç duyduğum bilgileri fısıldamaya başladı.

Meğerse dostlar; ben ister istemez kafaya birşeyleri takar olmuşum. Sonuç olarak uykusuzluk da gelmiş, beni bulmuş. Aman benim için üzülmeyesiniz (şu anda parmakla saydım ve aklıma yazdım benim için üzülecekleri!) ; ben derdimi bulduğum gibi, ilacımı da buldum...

Tahterevalli...

Bildiniz mi?

Kafalar yeterince karıştıysa, anlatmaya başlayayım:)

Ben tahterevallinin yere basan tarafında kalakalmışım, haberim yok. Ayaklar yere basıyor basmasına ama  akıl uçtu uçacak... Yapılacaklar listesi olmuş bir uzun ferman. Şekil şekil konuşma baloncuklarının arasında sıkışmış kalmışım, kafam kazan... Elimde avucumda onlarca program, plan... (Kafiye tutturdum!)

Karar verdim, ben biraz da tahterevallinin havada kalan tarafına geçiş yapacağım.  Hem daha havadar, hem (sözüm meclisten dışarı) insanlardan daha uzak:) Bu şekilde herşeyin benim için daha kolay olacağına eminim.

Bence siz de deneyin. Mesafe iyidir... Mesafe her zaman iyidir, unutmayın.



Ben şimdi bir koşu gidip tahterevallinin diğer ucuna oturarak beni havaya kaldıracak arkadaşı bulayım:):) Siz de şu şarkıya bir kulak kabartın:)

Hadi görüşmek üzere...




13 Haziran 2013 Perşembe

ERVAH-I EZELDE

Geldi, buldu bunalımlar beni... Caanım milletimin hali bir taraftan, sık sık sahnede yerini alan "hayattan bıkmış Betül" bir taraftan...

Utanmasam ergen, depresif bir genç kız gibi ağlak, asi şeyler yazacağım şu sayfaya...

Neyse, onları ben "depresyon defterime" yazarım siz şimdi rahat bir nefes alın;) Benim bu satırları asıl dökme sebebim başka.

Bir grupla tanıştım geçenlerde. Ruh halim müsait olduğundan dolayı mı bilmiyorum ama bir beğendim, bir beğendim ki sormayın. "Halk müziğinden nefret ederim abi" demeyen herkesin de hoşlanacağını düşünüyorum...

Grubun adı; Abdal. Ne manidar... Eserlerinin hepsini çok sevdim aslına bakarsanız. Ama sizin için seçtiğim; Ervah-ı Ezelde. Şimdi siz soracaksınız, ervah-ı ezel ne demek diye. Google'a bu soruyu arz etmenize gerek kalmadan ben söyleyeyim. Ervah-ı ezel, "ruhlar yaratılmadan önce" anlamında bir tabir.  Buyrun, eser şöyle...



Bu eser Erzurum Narmanlı Aşık Sümmani'ye aitmiş (E boşuna kanım kaynamadı). Aşık Sümmani hakkında daha fazla bilgi sahibi olayım derken şöyle bir hikayeyle karşılaştım. Sizinle de paylaşayım.

1861 yılında Narman'da doğan Narmanlı Sümmani veya Aşık Sümmani, koşmaları ve hayali sevgilisi Gülperi'yi bulmak için yaşadığı maceraları anlattığı Sümmani ile Gülperi hikâyesiyle ünlüymüş.
Hikâyeye göre, şair gençliğinde çobanlık yaparken düşünde üç derviş görür. Bu dervişler, kendisine Çinmaçin'de yaşayan Abbas Han kızı Gülperi'yi gösterir ve şaire aşk badesi içirirler. Şairin gördüklerini üç ay kimseye anlatmaması gerekmektedir ve Gülperi'yi görünce gözünü kırpmamalıdır. Uzun yolculuklara çıkar ama Gülperi'yi bulamaz. İki sevgili kavuşamadan ölür.



Yaa işte böyle sevgili okur. Hikaye doğru mu yanlış mı hiç merak etmedim. İnanmak istedim sadece. Tipik davranış şekillerimden biri bu çünkü. İnanmak isterim...

Hadi siz kulaklarınızın pasını siledurun, ben yine köşeme çekileyim...

29 Nisan 2013 Pazartesi

VATAN BUGÜN BİZDEN RAZI OLACAK?...

Yemyeşil, mis kokulu tepelerden geçiyoruz. Ne olmuş buralardaki kan kokusuna? Şimdilerde bir gelir, bir gider olmuş... Canlansın şuracıkta tarih, açılsın gözümün önündeki perde. Benim de kurban olduğum bayrağımın kızılında payım olsun... Sessiz kahraman olayım. Minnetle 'Çanakkale Şehitleri' denildiğinde, benim de ruhum huzur bulsun...



Diyerek gezdiğim kutsal topraklarda, bir nefes arası yazıyorum bu satırları. Saç tellerim dahil, fani bedenimin her noktası ruhumdaki duygu şahlanışına eşlik ediyor. Kendi kendimin sorgu meleğiyim adeta. Ben olsaydım?... O dönemlerde ben olsaydım, benim de kanım damarda durmayıp ülkem için akmaya can atar mıydı?  Kuşkusuz...

Bu satırları düştüğüm şu saatlerde güneş tüm kızıllığını yanına almış batmakta. Kızıllık demişken, aklıma geliyor şehit Ali Osman'ın bir sözü:

"Etrafta bir tek renk var; sadece kırmızı..."





26 Mart 2013 Salı

BETÜL'ÜN DÜNYA GÖRÜŞÜ

"Ufak şeylerden zevk alabilmek, lüks yerine zarafet aramak; saygı istemek yerine değerli olmak; zengin olmak yerine kimseye muhtaç olmamak; sıkı çalışmak, sessizce düşünmek ve dürüst konuşmak; yıldızları, kuşları, bebekleri ve bilgeleri açık kalple dinlemek.

İşte benim senfonim!"

Böyle demiş William Ellery CHANNING. İş yerindeki çalışma masamda, anlayacağınız baş ucumda duruyor bu not:) Sık sık gözüm ilişiyor. Kendi kendime derin nefes al, yavaşla ve yeniden başla diyorum okudukça...



İş hayatıyla birlikte daha hızlı koşmaya başladım çünkü. Bu koşuşturma içinde kendimi ve ruhumu ihmal edersem diye korkuyorum... Bu yüzden arada sırada bana derin nefes, kendimi toparlamam için beynime bol oksijen lazım.

Ya hayatı kazandığımı düşündüğüm bir anda kendimi kaybettiğimi farkedersem? Düşünmek, aklı başa toplamak gerek...




Madem başucu notumu sizinle paylaşmış bulundum, başucu şarkımı da dinlemezseniz olmaz... Alıp götürür dikkat edin:)

8 Şubat 2013 Cuma

DUAYEN KAFKA!

"Görünüşe bakılırsa bizim hepimizde bir yaşam gücü vardır; çünkü bizler her zaman yalana, körlükle hayranlığa, iyimserlikle inanca, kararsızlığa kaçıp sığınmışızdır. Ama o asla kaçıp sığınacağı bir barınak bulamamıştır. Nasıl içip içip sarhoş olabilecek biri değilse yalan söyleyecek biri de değildir. Sığınacak en ufak yerden, başını sokacak bir barınaktan yoksundur. Bu yüzden bize zarar vermeyen tüm tehlikelere açıktır. Giyinik insanlar arasında çırılçıplak dolaşan biridir adeta."
diyor Milena, Franz Kafka için...

Koşulsuz, şartsız hayranlık duyduğum yazardan bu şekilde bahsediyor ve tespitleriyle kelimenin tam anlamıyla beni benden alıyor.

Milena'ya Mektuplar... Okunmak için çoook geç kalınmış bir eser. Kızıyorum kendime; Franz Kafka'yla haşır neşir olmayı bu kadar ertelediğim için. Prag sokaklarında gezerken izlerini orada aramadığım için... Ama son pişmanlık fayda etmiyor tabi ki.

Ben de birbirinden lezzetli (daha uygun bir sıfat bulamıyorum) kitaplarını defalarca okuyarak kapatmaya çalışıyorum arayı. Okuduklarımın, duygularımı keskin virajlardan dönercesine nasıl değiştirdiğine şaşıp kalıyorum... Satırlardan yüreğime oluk oluk boşalıyor duygular sanki. Keskin, net, bir o kadar kırılgan duygular. Hele o hayal gücü yok mu?...Dönüşüm, Dava, Şato... Hangisinin adını söylesem ağzımdan o kelime bir daha çıkacak oluyor sanki. Öyle güzel, öyle hayran olunası... Ben daha ne diyeyim.

Saygıların en büyüğü Kafka'ya...




23 Ocak 2013 Çarşamba

EKSİK KİŞİLİKLER

Eğer bu yazıyı okuyorsanız birileri benim bam telime fena halde dokunmuş demektir. Gönül isterdi ki, hiç yazılmasın bu yazı. Ama ne yazık ki gönlün her istediğinin yankısı, dünyanın yapağılığından olacak, iyi yansımıyor evrene.

Aylardan: "Nereden girmiş bu insanlar benim hayatıma". "Bu insanlar" diyorum, bakın hala insan sıfatını kullanıyorum(!) ve başlıyorum anlatmaya...


Benciller(!): Madem hep bana, hep bana diyeceksin. Al dünyanı başına çal arkadaş. Arkadaş dememe de aldanma, evlat olsan sevilmezsin. O derece!

Çok Bilmişler(!): Sana bir sorum var: "Annenin karnında külliyat mı devirdin acaba?". Bir soru daha: "Bilmişlik taslarken yukarıdan yukarıdan göz süzerek, sağa sola hafif kafa sallayarak konuşmak adetten mi sizin oralarda?".

Küçük İnsanlar(!): Bir sürü küçük insan çeşidi var tabi. En bilinen ve en akla zarar olan da gözlerinde dolar işaretleri oluşarak "Ben büsbüyük bir genel müdür OLUCAM. Paralarımı saydırmak için hizmetçi TUTUCAM. Beş katlı, havuzlu, saunalı, spor salonlu, kendinden ısıtmalı, otoparklı bir ev ALICAM. Öyle de bir jipim olacak ki büyüklüğünden otoparktan içeri GİREMİCEK." diyenler. Küçük insan diyorum; çünkü bu insan tipinin hayalleri ne kadar büyük olursa olsun, hayatın anlamı hakkında kendileri kadar ufacık bilgileri var.

Sözde Yetkilendirilmişler(!): "Böyle kıyafet mi giyilir, bu nasıl saç, ayıp, günah, yazık, cehennemde cayır cayır yanacaksın, böyle oturulmaz, şöyle ayağa kalkılmaz, öyle müslüman olunmaz..." şeklinde devam eden cümlelerin kurucuları. Acaba vahiy yoluyla yetkilendirme mi yapıldı size? Kim fikrinizi sordu da kime açıklama yapıyorsunuz Allah aşkına?

Çuvaldızın Ucunu Bir Türlü Kendilerine Çeviremeyenler(!): Bu tipler enerji emer, dikkat edin. Kurduğu on cümlenin dokuzunda var olan ya da olmayan hatalarınızdan, kötü hallerinizden bahseder sizin. Uzun süre sonra ilk görüştüğünüz anda "Ohaa ne kadar kilo almışsın, makyajın da yaşlı mı göstermiş sanki biraz seni?" diyenler varsa; heh işte onlardan uzak durun.

Taklitçiler(!): İtiraf ediyorum; en komikleri bunlar:) Önce yaptığınız şeyi, aldığınız kıyafeti, taktığınız takıları kötülerler. Bir iki gün sonra bir bakarsınız sizi eleştirdiği şeklin aynısına bürünmüş, gelmiş karşınıza:):)

Nankörler(!): Hiç katlanamam. Bir kaşık suda boğacak kadar bile değer vermem. Siz de benim gibi yapın derim. Yoksa, sonra onun için yaptığınız fedakarlıkları, iyilikleri boncuk haline getirip kolye yapar, boynunuza geçirir. Görürsünüz.

İşte böyle... Açtırdılar kutuyu söylettiler kötüyü. Ne yalan söyleyeyim bunları dile getirince bir yanım rahatladı. Bir de bu insanları dünyamdan uzak tutabilirsem tam bir sekine hali alacak beni.

Sağlıcakla kalın.