5 Kasım 2013 Salı

DAR RUHLAR


Elimde Pascal Mercier'in "Lizbon'a Gece Treni" adlı kitabı, köprüden geçiyorum. O enfes manzaraya saygımdan her zamanki gibi ara veriyorum okumaya. "Her zamanki" gibi diyorum, abartmıyorum. İşe gidiş - dönüş yolum bir tutam boğaz manzarası, bir tutam metrobüs havasından oluşuyor çünkü:)

Kitabın baş kahramanı Raimund Gregorius gibi rutin ve iç güveysinden hallice hayatını bir anda bırakıp ufak bir iz, belki de kendi içinde bir arayış için bambaşka bir ülkeye gitmek... Ne yalan söyleyeyim, imreniyorum.

İstediğim hayatın, yaşadığımla eşdeğer olup olmadığından bile emin değilim artık. Bu hayattan nefret ediyorum demiyorum ama her sabah birisi yüzüme gülümseme yapıştırmış gibi de uyanmıyorum.

Hakikaten bir hissiyatın zıddını yaşamıyorsanız, o hissiyatın kendisini yaşıyorsunuz anlamına gelir mi?... Onu bile bilmiyorum.

Bir sabah uyansam ve o gün yapmam gereken hiçbir şeyi yapmasam... Hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacak olsa... Ben de Gregorius gibi Lizbon'a gitsem mesela ya da gitmek istediğim binlerce yerden birine... Dünyanın bir ucuna, tek başına... Yepyeni bir dil öğrensem, yepyeni bir insan olsam...

Ben bunları düşünürken Kız Kulesi selam çakıyor bana. "Gidemezsin, biliyorum" der gibi. Ne kadar uzağım özgürlükten, Allah'ım... Ne kadar haklılar bu yazıyı okuyup, söylediklerimi imkansızlıkla eşdeğer tutanlar. 


Ah hayat ve hayattan benim gibi çok şey bekleyen dar ruhlar... Neden anlaşamayız bilmem ki...




Hiç yorum yok: