30 Eylül 2011 Cuma

ERASMUS AİLEMİZ=)=)

Şu an kollarımı hissetmiyorum=) İki saat boyunca aralıksız bowling oynarsak olacağı buydu=) Ama nasıl eğlendik, nasıl eğlendik…
Saat 5.20 de yurdumuzun önünden bir servis gelip bizi aldı, erasmus ofisindeki çalışanlar da “hiiii!” deyip karşıladılar bizi sevimli sevimli=) Nereye gittiğimizi bilmeden gittik, gittik, gittik… Genelde burada nereye gittiğimizi söylemiyorlar, sürpriz yapmak adetten sanırım=)=) 
Meğerse sürpriz bowling oynamakmış. Yaklaşık 20 dakikalık yolculuk sonunda anladık, sevindirik olduk=)=) Öncelikle lehçe sınavlarımızın sonuçları açıklandı ve sertifikalar verildi. En yüksek dereceyi alarak koca bir Lehçe-İngilizce sözlük kazandım. Kıh kıh kıh…=) Türk erasmusçular olarak bugüne bugün lehçeyi “kem küm…” şeklinde konuşan insanlarız=) Ne kadar güzel değil mi=)
Sonra başladık oynamaya=) İlk başta hızlı… Yeni hevesiz ya; nasıl atıyoruz topları patır patır=)=) Ardından çoğumuzun gardı düştü. Kalan sağlarla sürdü, gitti oyun=)=) Kahkahalar, hoş sohbetler… Agnieszka’nın sevimli halleri, Anna’nın anaç tavırları…
Böylece bir güzel günün daha sonuna geldik. Zaman hızlı akıyor. Umarım her şeyi olması gerektiği gibi ve hakkını vererek yaşarız burada. Pişmanlıklarımız olmasın, her zaman iyi şeyler olsun hayatımızda. Seviyorum burayı ve küçük erasmus ailemizi=)=)
Tekrar görüşmek üzere.He bir de bugünün fotoları var tabi… =)=)



















26 Eylül 2011 Pazartesi

EVCİLİK OYNAR GİBİ "COOKING EVENING" =) =)

Dediler ki bir “cooking evening” imiz olacak=) Siz de bir şeyler pişirin, biz de bir şeyler yapalım; farklı kültürlerin damarına damarına vuralım dediler=)  E biz de hayır demedik elbette=)=) Düşündük taşındık; onların yazık ki lezzetlerinden mahrum kaldıkları, bizim ise yemek için çıldırdığımız şeyleri yapalım dedik=) Menümüz; mercimek çorbası, bulgur pilavı ve fırında bezelyeli tavuk. Karar verdik! 5 ay boyunca bize yeter diye düşündüğümüz; ama buraya gelince, bu konuda hayal gücümüzün gereksiz bir optimistlik içinde olduğunu anladığımız(!) BİTİMLİ mercimeğimiz ve bulgurumuz feda edilecekti cooking evening için.  İşin kötüsü; o güzelim şeyler bitince burada bir eşini daha bulmanın imkansız olduğunu bilmek! Adamlar bulgur yemiyor, mercimek bilmiyor=)  Neyse dedik, Türk dediğin paylaşımcıdır, misafirperverdir=) Sıvadık kolları, giriştik yemek yapmaya. Daha yemekler pişmeden baktık insancıklar gelmeye başladı. “Hi. We were invited for the cooking evening.”=) Sohbet, muhabbet ilerlerken baktık sevimli erasmus koordinatörümüz Agnieszka da teşrif etti fakirhanemiz Dom Studenta’mıza=) Tv odasına masalar sandalyeler taşındı, tabak, çatal, kaşık sesleri etrafı inletmeye başladı=) Espriler, kahkahalar… “Peki sen bize ne pişirdin komşu?” düşünce tabanlı, pişen yemekleri göz ucuyla süzmeler…=)=) Güzeldi…
Yaklaşık yarım saat hazırlığın ardından yemek masamızda yemeklerimiz ve bizler hazırdık. Önce çorbamız… Lezzeti iyiydi, güzeldi. Ah bir de dibi tutmamış olsaydı ne de güzel olurdu=)=) Ama bilmeyen insan nereden anlasın çorba yanmış mı, yanmamış mı=) Hepsinin suratında memnuniyet ifadesi=) “ E madem beğendiniz, afiyet olsun” dedik biz de=)=) Kötüyüz bizzz, kötüyüüüzzz, kötüyüüzz, kötüyüüüzzz=)=)
Yedik, içtik. Farklı farklı lezzetler tattık. Bazısını beğendik, bazısına ister istemez burun kıvırdık. Bizim domuz eti veya onun türevi herhangi bir şeyi yemediğimizi bildiklerini ve buna dikkat ettiklerini görünce müteşekkir kaldık sevgili misafirlerimize=) İşte o hoş sohbetli,bol kültürlü masamızdan birkaç görüntü size=) Tekrar görüşmek üzere…=) 













22 Eylül 2011 Perşembe

BEYAZ PEYNİR ÖZLENEBİLME KAPASİTESİ YÜKSEK BİR ŞEYDİR!!

Hey gidi Betüülll kim derdi ki; her gün kahvaltı masasında gördüğünden, senin için varlığıyla yokluğu bir hale gelen beyaz peyniri özleyeceksin=) Söz konusu peynir bile olsa yanındayken kıymetini bilmek gerekiyor arkadaş:D:D Ben bu erasmustan çok şey öğreneceğim daha, çoookk. Burada hepimiz "ferrarisini satan bilgeleriz (!)":D:D Kendimize yeni ufuklar açmak için seçtiğimiz ülke, kitaptaki Julian karakterinin ülkesiyle pek ölçüşmüyor olabilir. Ama olsun. Bence Polonya da kendi çapında mistik bir ülke;) Hindistan'la pek farkı yok:D:D:D Örneğin; Hindistan'da nasıl ineklere tapınıyorsa insanlar, burada da örümceklere karşı aşırı bir sempatizanlık var:):) Yolda yürürken yüzüne örümcek ağları dahi yapışabilir yani, bunda bir anormallik yok:):) Köprüler, ağaçlar, restoran kapıları, tabelaları... örümcek ağlarıyla özdeşleşmiş ve hoş bir birliktelik oluşturmuşlar. Farkettik ama ne yazık ki anlam veremedik:):)
Her neyse konudan pek bir saptık. Beyaz peynir demiştik en son, değil mi. Şu anda burada tuzlu tuzlu kar beyaz bir peynirimiz olsaydı ne olurdu ki. Vallahi fazlasında gözümüz yok. Bir dilim olsa 8 kişi paylaşıp yeriz yani o derece:):)

Elbette tek özlenen lezzet beyaz peynir değil. Bugün yemek masamızda bir muhabbet dönmüşüz bununla ilgili, sormayın gitsin. Duyan da yıllardır gurbette yaşıyoruz sanacak:):) Daha 20 gün bile olmadı. Mantılar, kadayıf dolmaları, cağ kebaplar, keşkekler, bamyalar, şeker pareler... uçuştu durdu gözümüzün önünde bugün. Sonra da bize nanik yapıp gittiler:D:D
Gerçekten aç değiliz ya burada, korkmayın. Bildiğin yemek yiyoruz ama işte, insanın gözü aç olmayagörsün:D Kısaca şunu söyleyeyim; burada hangi yiyeceği almamız zorsa şu anda bizim için en lezzetliler listesinde. İnsanoğlu gerçekten garip:):) 

20 Eylül 2011 Salı

AKTARMA YAPMAK ZOR İŞTİR=)

Ne hevesliydik, Krakow-Opole trenimizin sevimsizliğine rağmen ne de güzel eğleniyorduk=) Duvara toslamak zorunda mıydık ki yaa...
Söylüyorum, kulaklarınızı açıp beni iyi dinleyin. Herhangi bir ulaşım aracında bir yerden bir yere giderken aktarma yapmayı seçtiyseniz, aktarma yapmanız gereken sürenin uzun olmasına dikkat edin! Bizim başımıza geldi,siz aynı şeyleri yaşamayın. Trenimiz Opole durağına gelemez oldu, çıldırdık. Oysa ki diğer trene aktarma yapmak için sadece 6 dakikamız vardı. Komik bir zaman dilimi değil mi? Ama ne yapalım; biz yapabileceğimize inandık:):) Suç bizde değil ki bir kere, kesinlikle treni yavaş kullanan makinistte:)
Her neyse tren gecikmeli olsa da durunca; tabiri caizse resmen "fışkırdık" trenden:):):) Ama olan olmuuşşş, trenimiz gitmişti bir kere. Nysa'ya o saatten sonra giden diğer tren ise sabah 5.48 sularındaydı. "Tek ulaşım aracı tren değil ya bu memlekette" diyerekten yürüdük otobüs durağına. Çil yavruları gibi dağılıp araştırmaya başladık. Yok yok yok... Nysa'ya bizi o saatte götürecek otobüs de yok. Hemen sevgili erasmus koordinatörümüz Agnieszka'yı aradım, "help us" dedim:D:D Sayesinde öğrendik ki 10 dk içinde bir otobüs varmış Nysa'ya. Ama bizim bulunduğumuz otobüs durağından kalkmıyormuş. Bir heyecan gittik bulduk otobüsümüzü.Sanki otobüse binince herşey hallolacakmış gibi yorgun ama umutlu gülümsemeler suratımızda:)
Yolculuk iyiydi iyi olmasına da... Keşke sarhoş ve de birçok dil bilen(!) amcamız bize rahat nefes aldırsaydı=) İlk defa bir insanın Türkçe bilmemesine sevindim desem? Onun kadar çok dil bilmediğimizi, tek konuştuğumuz dilin Türkçe ve İngilizce olduğunu öğrenince amcamız biraz hayal kırıklığına uğradı tabi, üzüldü yazık!!:) O da çareyi Furkan'a kedilerinin resmini göstermekte buldu, ne yapsın:D:D:D Neyse ki fazla geçmeden, bizde tedirginlik duygusunun çeşitli hallerini bırakarak indi otobüsten... Biz de canımız(!) yurdumuza gelip sıcak yataklarımıza attık kendimizi.
İşte gülsem mi ağlasam mı bilemediğim bir anımız daha:) Sözün özü erasmus zordur ama yanınızda arkadaşlarınız varsa katlanılabilir bir hal alır:):):) Hadi görüşmek üzere.

19 Eylül 2011 Pazartesi

BEST EVER IN POLAND; KRAKOW...

Krakow- Opole treninden merhaba:) Aman ne tren, ne tren...Minicik bir kompartımanda 8 kişiyiz. Küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk gibiyiz. Nefes almak zor zanaat, uyumak imkansız. Ama bu geziye değdi. Krakow Polonya'da şu ana kadar gördüğüm en güzel şehir, koşulsuz şartsız söyleyebilirim bunu. 
Tutorumuz Marcin sağolsun. Kısa Krakow gezimiz boyunca hep yanımızdaydı. Yorgunluktan dillerimiz dışarıda kalsa da, onun bu fedakarlığı karşısında sesimiz çıkmadı tabii.=)
Neyse hadi şimdi filmi biraz başa saralım...Nysa'dan Krokow'a "rahatsızdı" diyerek haksızlık edemeyeceğim bir otobüsle geldik. Keşke her taşıma aracımız öyle olsa:) Marcin otobüs istasyonunda bizi karşıladı ve tuttuğu gibi hostele götürdü. Trzy Kafki'ydi hostelimizin adı. "Sabunsuz" hostellll, pehhh!!!! (Buradaki insanların temizlik anlayışını kavrayamadım gitti). Neyse eşyalarımızı bırakıp çıktık Rynek yoluna. Canlı, ışıltılı, göz alıcı, kalabalık Rynek:) Nysa'da bulunan bizler için "yaşayan, nefes alan" bir yer:):)
Rynek güzel olmasına güzel ama aç karnımıza dünya umrumuzda değil tabi:) Bir heves gittik vejeteryan pizzalarımızı yedik. Güya gezimiz için enerji toplayacağız. Nereden bilelim o geziye ne enerji ne de biz dayanabiliceğiz:) Alın size henüz yorgunluktan çökmemiş olan sevimli, karınları tok erasmus öğrencileri...:):)

St. Mary's Basilica, Sukiennice, Town Hall Tower, The Wowel Castle, Wisła Nehri, Krakow'un muhteşem gece manzarasını yukarıdan görebileceğimiz bir tepe... Bütün bu yollar bizzat ayaklarımız tarafından arşınlandı. Zavallı ayacıklarımız:) He unutmadan; bir de mükemmel (!) Wowel Dragon' umuz var elbette. Nasıl bir hayal kırıklığıydı o Ya Rabbim! İnternetteki görüntüleriyle uzaktan yakından alakası yok.
Her neyse yürüye yürüye daha doğrusu sürüne sürüne hostelimize ulaştık. Saat yaklaşık 23.00. Kıpırdayacak halimiz yok. Nefessiz attık kendimizi yataklarımıza. Minderden bozma yastıklarımızla 5 saatcik (!) bir uykuya daldık.
Sabah 5.30. Alarmlarımızla birlikte uyandık. Yorgunluğumuzdan eser kalmamış :p:p Ah keşke bu cümleyi kurabilseydim!!! 6.30 sularında yeniden tutorumuz Marcin'le buluştuk. Bu sefer istikametimiz Auschwitz Toplama Kampı. Yaklaşık 1.30 saat trenle yolculuk ardından da 15 dakika yürüyüş sonucunda Auschwitz'e vardık. İnsanın kanını donduran, 'bu kadar da olmaz' dedirten, bilinçli olarak yapılan bu insan katli şok eden cinsten. Polonya'ya gelen herkesin kesinlikle gidip görmesi gereken bir yer bence. Toplama kampından ister istemez modumuz düşük çıktık bu katli belgeleriyle birlikte iliklerimize kadar hissedince... Tekrar Krakow'a dönüp Nysa için trenimizi yakaladık. Krakow'a yeniden gelmeye and içtik :p:p
E zaman böyle geçiyor işte:) Şimdi kızlarla küçük kompartımanımızda muhabbetteyiz. Çocuklar da yan kompartımanda. Hadi bize uğurlar ola:):)... 

7 Eylül 2011 Çarşamba

BİR TUTAM POLONYA HAVASI=)

Polonya'dan sevgilerle...=)=)
İnsan oğlu hakikaten de kuş misali. Daha geçen gün İstanbul'dan blogumu doldururken şimdi Nysa' daki sevimli ve TEMİZ odamızdan yazıyorum bu satırları...Dikkatinizi çekiyorum. Temizzz=) Bence bu yurt daha önce hiç bu kadar temizlik manyağı erasmus öğrencisini bir arada görmemiştir:):) Neyse sondan başladık, böyle olmadı... Hadi biraz filmi başa saralım=)
Atatürk Havaalanı'ndan 11.20 de kalkacak uçağımız için Furkan, İpek,Muhammed ve ben hazır ve nazır bekliyoruz. Telaş var mı? E haliyle=) Bilinmezlik insanı deli eder çünkü... Ailelerle vedalaşmak acı verdi, geri dönsek mi diye arkamıza bakmamıza sebep oldu ne yalan söyleyeyim... Ama pasaport kontrolünden geçince, bir başımıza kalınca anladık bu işte geri dönüş olamayacağını... Aldık bavullarımızı yürüdük kararlılıkla:) Sonra yanımıza, halini betimlemede "telaşlı" kelimesinin çok çok hafif kalacağı Şifanur geldi. Paşa paşa uçağımıza bindik binmesine ama uçağımız havalansaydı iyi olurdu:) Yaklaşık bir buçuk saat rötarla THY bize ilk sürprizi yaptı. Uçaktan sonra binmemiz gereken otobüse yetişmemiz hayal olmaktaydı ama ne yazık ki yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Karizmatik sesiyle bizi büyüleyen pilotumuza sövecek halimiz yok ya, bekledik kuzu kuzu:) Sonra havalandık, sohbet,muhabbet, yemek, fotoğraf derken... baktık uçak alçalıyor. Ama nereyeee... Camdan bakıyoruz Türkiye'yle alakası yok. Tekrardan sarıyor içimizi o bildik korku. Biz nereye gidiyoruz ve en önemlisi de bu cesaretimiz nereden geliyor:)
Neyse ki uçaktan sağ salim iniyoruz. Pasaport kontrolünde de problem yok:) Havaalanında ilk kazığımızı yiyip bir suya ( Polonya'daki suya, su demek için bin şahit lazım orası ayrı bir mevzuu ) 6 zloty verip taksi bulmaya çıkıyoruz. 6 kişi tek bir taksiye binip tren istasyonuna gidiyoruz ve 80 zloty ye anlaşıyoruz. Tren istasyonuna gittiğimiz gibi, bizim için elverişli olan bütün trenleri kaçırmış olmamız pek hoş bi sürpriz olmuyor bize elbette ki... Ama moral bozmak yok, bir şekilde Varşova'dan Nysa'ya ulaşacağız kararlıyız. Çaresizce İngilizce bilen birilerini arıyoruz. Hatta İngilizce konuşmak için çabaladığımız bir kişinin Türk çıkmasıyla şok oluyoruz:):) İnsanın yabancı bir ülkede memleketlisini görüp, buram buram memleket kokusunu almış gibi olması böyle bir şeymiş anlıyoruz... Doğruca otobüs istasyonuna yol alıyoruz. Kişi başına Nysa biletlerimizi 54 zloty ye alıp, istasyonda beklemeye koyuluyoruz. Tabi biletleri gözümüzün önünden ayırmak yoookkk:):) Ne biletleri, ne pasaportları, ne de paraları:):) Yaklaşık 3 saat istasyonda bekledikten sonra otobüsümüz geliyor. Pek konforlu sayılmaz desem... Hatta hiç konforlu bir otobüs değildi desem...Hadi dedim gitti:) Ben ve Furkan en arkadayız. Bizimkiler öndeki koltuklara dağılmış durumdalar... Ah ben de bileydim şoför amcamızın buz gibi havada klima açacağını, hiç bavulumu bagaja vermeden önce üstüme bir şeyler almaz mıydım:s Orada da kadim dostum Furkan yetişiyor imdadıma, onun sweatiyle idare ediyorum sağolsun... Yarı baygın, yarı uyanık bir yolculuktan sonra gece saat 4 te otobüsümz duruyor ve biz anlıyoruz ki Nysa'ya geldik:) Erasmus koordinatörümüz gayet sevimli ve enerjik bir şekilde, ölü balık gibi bakan bizlere "hellooooo:)" diyor gülerek. Bavullar zor şer arabalara tıkıştırılıyor ve 2 arabayla birlikte yurdumuza ulaşıyoruz. Yataklara yapışıyoruz derhal:):) E malum ertesi sabah 10 da dil kursumuz var ve gitmemiz konusunda gayet kararlı bir de koordinatörümüz:)
Sabah zor şer kalkıp kursun yolunu tutuyoruz. Gece karanlığıyla seçemediğimiz Nysa sokaklarını ve de güzelim nehrini seyrederek yol alıyoruz. Hocamız Magda ve koordinatörümüz Agnieszka bizi karşılıyor. Hoş ve yorgunluğumuz sebebiyle kısa süren bir dersten sonra Nysa sokaklarına bırakıyoruz kendimizi. "Ali Baba" adıyla, Murat Abi denen tatlı mı tatlı bir abinin işlettiği restorantta karnımızı doyurup yurdumuza dönüyoruz. Alışverişimizi yurdumuzun hemen yanındaki Biedronka adlı yerden yapıp temizliğe başlıyoruz:)
Sonuç olarak odamız mis, keyfimiz de yerinde=) Haydi şimdilik ben gittim. En kısa zamanda diğer Polonya maceralarıyla geri dönmek üzere...=)=)