Douro Irmağı’nın kıyısında en eski Avrupa şehirlerinden biri olan Porto, 1996 yılında Unesco Dünya Mirası listesine alınmış. Kaliteli şarabın adresi sayılan bu güzel şehir Portekiz’in ticari başkenti olarak anılıyor.
"İşte tam bir Avrupa kenti" diye devam edemeyeceğim yazıma, ne yalan söyleyeyim:) Porto tamamen kendine has bir havası olan, daracık sokakları, camlardan sarkan rengarenk çamaşırları, enteresan insanlarıyla şaşırtıcı bir yer:):)
Bir de buraya Barcelona'dan geldiğimizi hesaba katınca ne büyük şok yaşadığımızı düşünün:):)
Ama benim için kötü bir şok değildi bu; sevimli, ilginç bir sürprizdi:) Şimdi düşünüyorum da, Porto'yla ilgili tek 'keşke'm oradaki kısıtlı zamanımızdı.
Erasmus gezimiz boyunca 'kısıtlı zaman' demek; yerçekimiyle danışıklı dövüş halindeki çantalarımızla gezmek demekti bizim için:) Porto'da da böyle oldu;)
Öncelikle karnımız doymalıydı ve bilin bakalım biz Porto'da ne yedik...:)
Evet doğru bildiniz elbette ki; ERASUS öğrencilerinin sevgilisi, can yoldaşı, sığınacak yegane kapısı Mc Donalds yine karnımızı doyurdu, sağolsun:) Yemeğin ardından, Porto'da fazla vaktimiz olmadığı için hemen gezmeye koyulduk.
Kent meydanı Praça da Batalha'dan yürüyerek gözlem kulesi Torre dos Clerigos'a vardık. Şu solda gördüğünüz yokuşu çıkmak o çantalarla pek kolay olmadı ama başardık:)
Clerigos Kilisesi'nin arkasında yer alan bu kule 75.6 metre uzunluğunda ve şehrin çoğu yerinden görünmekte. Kilisenin bu anıtsal kulesi barok tarzından etkilenilerek 1754 - 1763 yılları arasında inşa edilmiş. Bakın şu şekilde de fotoğraf makinelerimize yansımış:):)
Ve sırada Se Katedrali... Bu devasa katedralden Avenida Vimara Peres Caddesi'ni izleyip, kuşbakışı Duoro Nehri'ni ve Ribeira kıyılarını seyretmek; Porto deyince aklımıza gelecek eşsiz manzaralar kazandırdı bize:)
Öğrendik ki Porto'yu ikiye ayıran Duoro Nehri'nin üstünde tam 5 adet köprü bulunmaktaymış. Biz de bu köprülerin en ünlüsü Ponte D. Luis'i görmek için yola koyulduk. Köprünün üstünden yürüyerek geçilebiliyor. Yaklaşık 385,25 m:) Buyrun fotoğrafları...:)
İşte böyle manzaralar eşliğinde yürüdük bu 385 metreyi:) Yorgunluğumuz tavan yapmış bir şekilde, ayaklarımızı sürüye sürüye de hostelimize vardık:) Yataklara nefessiz uzandık ve acıkana kadar kimseciklerden ses çıkmadı:)
Akşam saatlerinde karnımızı doyurmak için dışarı çıktığımızda hafif bir yağmur başladı. Bu şekilde Porto'yu hem gece, hem de hafif çiseleyen yağmur eşliğinde bir kere daha gördük ve gecenin ilerleyen saatlerindeki uçağımıza bindik.
Her kentin kendine has bir havası var elbette ki. Ama Porto'da hissettiğim atmosfer hiçbir Avrupa kentinde yoktu, samimiyetle söyleyebilirim. Belki bir gün sizin de yolunuz oraya düşer, o zaman beni anlarsınız;)
Görüşmek üzere:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder