30 Haziran 2012 Cumartesi

ENTERESAN UYGULAMA...

Ben ne duydum biliyor musunuz a dostlar:):)

Brezilya hapishanelerinde yılda 12 roman okuyan mahkumların cezalarından 48 gün düşürme kararı alınmış:)

Ben beğendim bu uygulamayı ya:):) Cidden çok beğendim:) Ama Türkiye'de böyle bir uygulamanın yürürlüğe konmasının tamamen ütopik olacağının farkındayım ne yazık ki:/

Yani bir düşünüyorum da... Yok, caanım Türkiye'me bir türlü oturtamıyorum kafamda bu hayali:s






26 Haziran 2012 Salı

BİNLERCE KELİME YERİNE TEK BİR NOTA...

Garip mi geldi size bu başlık, yoksa "Evet böyle düşündüğüm oluyor çoğu zaman..." mı dediniz?

Kitaplara, yazmaya aşık; çoğu zaman  susmayı tercih edip kaleme kağıda sarılan ben... Ben bile böyle düşünüyorum bazen... Tam da şu anda olduğu gibi... Tam da bu yazıyı yazarken arka fonda çalan melodinin bana dikte ettiği gibi... Sus ve dinle:)

Bir melodi binlerce karmaşık duyguyu nasıl içerebilir, gör... İster benim yaptığım gibi yatağına uzan ve tavana dik gözlerini binlerce düşünce içinde... İster uykuya dal... İster birşeyler karala... Ne yaparsan yap, ikimiz de bambaşka şeyler düşüneceğiz bu melodi kulaklarımızda çınlarken. Ne garip değil mi?... Şu dünyada yaşayan küçük büyük her bir canlının farklı farklı dertlerinin, amaçlarının, mutluluklarının olması ne garip...

Neyse, daha fazla kendi düşüncelerimi kaleme almayacağım bu yazıda. Bu melodiyi her dinleyenin apayrı diyarlara gitmesi çünkü amacım. Sizin hayal dünyanıza, benim düşüncelerimin ket vurmasından kaçınarak susuyorum...

Hayatın akışına 5 dakikalık mola...


18 Haziran 2012 Pazartesi

To Take The Cap On (KEPLER FORA) :)


Nereden de gelip bulmuş bizi bu kep atma adeti hiç merak ettiniz mi?:) Kepini semalarla henüz buluşturmuş biri olaraktan, ben merak ettim ve araştırdım:) Kep atmanın tarihçesi şöyleymiş...


Amerikan Deniz Harp Akademisi'nin 1912'deki mezuniyetinde, seramoninin sonunda kep fırlatma merasimi gerçekleşmiş. Yeni göreve başlayacak olan mezunlara memur şapkaları verildiğinden, mezunların 4 sene boyunca taktıkları Deniz Harp Akademisi öğrencisi keplerine ihtiyaçlarının kalmadığını simgeleyen bir gösteriymiş bu. Gösteri öğrenciler ve okullar tarafından nasıl benimsenmişse, şimdilerde ülkemizde dahi devam etmekte bildiğiniz üzere:)

Benim için iki gün öncesine kadar pek de derin anlamı olmayan bu sembolik minik gösteri farklı hisler uyandırıyor insanın içinde. Bunu kimse inkar etmesin:) Sevinç, gurur, hüzün, heyecan, tedirginlik... hepsinden birer tutam var sanki o kafada durması zahmetli keplerde:) Sanki mavi göklere fırlatınca o kepi şöyle bağırıyorsun içten içe:

"Bakın, başardım:) Mezunum ben artık! Çok mutluyum!"
"Ya iş bulamazsam:("
"Kendimle gurur duyuyorum:) Ailem de benimle gurur duyuyor elbette ki! Onlara bu mutluluğu yaşattım, yaşasın:)"
"Hayatımın hiçbir dönemi öğrencilik dönemim kadar heyecan verici olamayacak!:("
"Artık kendi işim olacak ve kendi paramı kazanacağım:)"
"Önce araba mı alsam, yoksa kariyerime mi yatırım yapsam?:):)"
"İş hayatı yorucu olacak:("
.........

Gibi gibi işte:) Gerçekten enteresan ya:) İnsan hayatında bazı anlar olur ya hani... Bir daha benzerinin dahi yaşanamayacağını bilirsin. İşte öyle zamanlardan biri bu mezuniyet hikayesi... Bir daha üniversite öğrencisi olamayacağım, o güzelim kampüsümde aheste aheste gezemeyeceğim, M5 binasından kafeteryaya çıkarken 'insan öldüren' o yokuşta içten içe küfür edemeyeceğim, her şenlik zamanını 'bu ne biçim şenlik beee' diye başlayıp 'offf şenlikler niye bitti kii' diye bitiremeyeceğim... falan filan:):)

Eyvah damara bağlamama ramak kaldı sanırım, hiç hoş değil!:) Hemen modumu zıplatıyorum:) Mutluyum, Allah'a şükür ki bu günleri de gördüm:) 

Herşeyden öte, üniversite hayatının bana kattığı yepyeni bakış açısı için minnettarım:) Ve en güzel yerlere gelebilmek için elimden geleni yapacağım. Benimle birlikte mezun olan, aynı sıraları paylaştığım, aynı binanın havasını soluduğum ( bizim bina genelde havasız olurdu ama olsun:) ) bütün arkadaşlarımın da aynı şekilde davranacağına eminim. Umarım onların da yolları çok çok açık olur:)

Ne demişler: "Yıldızları nişan alıp ayı vurmak, çatıyı nişan alıp pencereyi vurmaktan yeğdir". Bundan sonra mottomuz bu olsun:p

Görüşmek üzere:)





13 Haziran 2012 Çarşamba

BURASI PORTO (=


Douro Irmağı’nın kıyısında en eski Avrupa şehirlerinden biri olan Porto, 1996 yılında Unesco Dünya Mirası listesine alınmış. Kaliteli şarabın adresi sayılan bu güzel şehir Portekiz’in ticari başkenti olarak anılıyor.

"İşte tam bir Avrupa kenti" diye devam edemeyeceğim yazıma, ne yalan söyleyeyim:) Porto tamamen kendine has bir havası olan, daracık sokakları, camlardan sarkan rengarenk çamaşırları, enteresan insanlarıyla şaşırtıcı bir yer:):)

Bir de buraya Barcelona'dan geldiğimizi hesaba katınca ne büyük şok yaşadığımızı düşünün:):)

Ama benim için kötü bir şok değildi bu; sevimli, ilginç bir sürprizdi:) Şimdi düşünüyorum da, Porto'yla ilgili tek 'keşke'm oradaki kısıtlı zamanımızdı.

Erasmus gezimiz boyunca 'kısıtlı zaman' demek; yerçekimiyle danışıklı dövüş halindeki çantalarımızla gezmek demekti bizim için:) Porto'da da böyle oldu;)





Öncelikle karnımız doymalıydı ve bilin bakalım biz Porto'da ne yedik...:)










Evet doğru bildiniz elbette ki; ERASUS öğrencilerinin sevgilisi, can yoldaşı, sığınacak yegane kapısı Mc Donalds yine karnımızı doyurdu, sağolsun:) Yemeğin ardından, Porto'da fazla vaktimiz olmadığı için hemen gezmeye koyulduk. 





Kent meydanı Praça da Batalha'dan yürüyerek gözlem kulesi Torre dos Clerigos'a vardık. Şu solda gördüğünüz yokuşu çıkmak o çantalarla pek kolay olmadı ama başardık:) 






Clerigos Kilisesi'nin arkasında yer alan bu kule 75.6 metre uzunluğunda ve şehrin çoğu yerinden görünmekte. Kilisenin bu anıtsal kulesi barok tarzından etkilenilerek 1754 - 1763 yılları arasında inşa edilmiş. Bakın şu şekilde de fotoğraf makinelerimize yansımış:):)


Ve sırada Se Katedrali... Bu devasa katedralden Avenida Vimara Peres Caddesi'ni izleyip, kuşbakışı Duoro Nehri'ni ve Ribeira kıyılarını seyretmek; Porto deyince aklımıza gelecek eşsiz manzaralar kazandırdı bize:)





Öğrendik ki Porto'yu ikiye ayıran Duoro Nehri'nin üstünde tam 5 adet köprü bulunmaktaymış. Biz de bu köprülerin en ünlüsü Ponte D. Luis'i görmek için yola koyulduk. Köprünün üstünden yürüyerek geçilebiliyor. Yaklaşık 385,25 m:) Buyrun fotoğrafları...:)






İşte böyle manzaralar eşliğinde yürüdük bu 385 metreyi:) Yorgunluğumuz tavan yapmış bir şekilde, ayaklarımızı sürüye sürüye de hostelimize vardık:) Yataklara nefessiz uzandık ve acıkana kadar kimseciklerden ses çıkmadı:)



 




Akşam saatlerinde karnımızı doyurmak için dışarı çıktığımızda hafif bir yağmur başladı. Bu şekilde Porto'yu hem gece, hem de hafif çiseleyen yağmur eşliğinde bir kere daha gördük ve gecenin ilerleyen saatlerindeki uçağımıza bindik.

Her kentin kendine has bir havası var elbette ki. Ama Porto'da hissettiğim atmosfer hiçbir Avrupa kentinde yoktu, samimiyetle söyleyebilirim. Belki bir gün sizin de yolunuz oraya düşer, o zaman beni anlarsınız;)
Görüşmek üzere:)