4 Şubat 2012 Cumartesi

EZAN SESİ… NEFES ALIYORUM…

Polonya macerası bitti. Sonucunda sevdiklerine kavuşmak da olsa, adı ‘bitiş’ ya bunun; acıtıyor insan canını. Sanki ne oraya aitsin, ne de buraya. Şu araf dedikleri şey bu olsa gerek. Hep söylerlerdi, “erasmus dönüşü adaptasyon zordur, kendinizi hazırlayın.” Ben kendimi pek hazırlayamamışım bu duruma galiba=)

Ama ne olursa olsun; memleket kokusu başka… Evet burası dönüp dolaşıp geleceğin yer. Diyar diyar gezsen de; hasretini içine derin derin çekeceğin tek yer memleketin. Türkiyen… İstanbulun… Ezan sesin… Bayramın, kandilin… Avuçlarını semaya kaldırıp kana kana dua eden insanların…

Bakmayın böyle alışamadım ayaklarına yatmama. Ben nerede bulabilirim ki böyle güzel bir şehri. O masmavi boğaz, o güzelim yedi tepe… Kimisi mutlu, kimisi dertli ama hepsi de candan insanlar… Şanslıyım, hem de çok şanslıyım.  Kötü hava koşulları sebebiyle 6 saat boyunca uçak eziyetinden sonra İstanbul’a indiğimde yeniden anladım bunu. Karlıydı, buz gibi havası vardı ama kime ne… Ailemle hava alanında kucaklaşıp sevinçten ağlaşırken yan tarafımızdaki teyzeciklerin de gözleri dolmuştu ya… İşte benim insanım dedim=)

Peki ya 5 ay sonrasında ilk ezan sesini duyuşum… Balkona koşuşum… İçten bir ohh çekişim, sanki yeniden nefes almaya başlayışım…

Kısacası özlemişim… Taşını, toprağını, insanını, ezan sesini, inanç sistemini, bu inanç sisteminin bir parçası olmanın yüreklerde oluşturduğu derin huzuru… İyi ki Türküm… İyi ki de Türküm… Şükürler olsun ki Türküm…

Hiç yorum yok: