1 Aralık 2011 Perşembe

MASAL ŞEHRİ VENEDİK...

Bir şehir ki; masallara konu olacak cinsten…

Yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu, 170 kanal ve 400 köprüden oluşan Venedik…  Heyecanlı, şaşkın, meraklı bir ruh haliyle 1 Aralık akşamı ayak bastık bu güzeller güzeli şehre. Otobüsün bizi bıraktığı alandan “people mover” adı verilen araçla Venedik merkeze geldik. İtiraf edeyim, şapşal etti bu şehir beni=) Gerçekten de her taraf sularla kaplıymış dedim kendi kendime=) Sıra hostelimizi bulmaya geldi ki; daracık, labirent misali sokaklar, köprüler bu konuda bize pek yardımcı olunmayacağının sinyalini veriyordu.
Derkeeeeenn kurtarıcımız Marco, Yunus’un hayat ışığı ve yakışıklılığına dayanamayıp (!) bize yardım elini uzattı:p Hostelimizin kapısına kadar bıraktı bizi sağolsun=) Bu arada kurtarıcımızın isminin bir anlamı var. Onu da burada paylaşayım…

M.S. 811 yılında kurulan Venedik kentinin halkı, 823 yılında kemikleri İskenderiye’den getirilen San Marco  (St. Mark the Evangelist)’yu kanatlı aslan olarak tasvir ederek şehrin koruyucu azizi ilan etmiş.

Bizi hostelimize kadar bırakan Marcocuğumuzun adı da buradan gelmekte=) Hostelimiz demişken… “ O nasıl güzel bir hosteldi yahuu!” demekten kendimi alamıyorum. Güzeller güzeli pizzalarla karnımızı doyurduktan sonra kendimizi yataklara bir atışımız var; takdire şayan=)  Yastığa, yorgana benimmişçesine sarıldığım nadir hostellerden birindeydik yani. Çoğu hostelde yastığa kafamı koymadan, yorganın altına girmeden, öyle hava boşluğunda falan uyumak istiyorum da; o yüzden bu durum bana pek bir garip geldi=)







Ertesi gün erkenden uyanıp hostelde kahvaltımızı yaptık ve ne yazık ki çantalarla (!) Venedik sokaklarında gezmeye başladık. Önce Venedik’in en eski köprüsü  Rialto ve sonra büyük kanal… Rialto köprüsünün orjinali tamamen ahşaptan yapılmıştır, bu da size extra bir bilgi=)



Ve zamanında Venedik düklerinin ikametgahı, aynı zamanda yönetim merkezi olan Dükler Sarayı (Palazzo Ducale). Ardından Dükler Sarayı’nın Piazzeta “küçük meydan” ile bağlandığı dünyanın en ünlü meydanlarından olan San Marco. Tabii meydanın en görkemli yapısı San Marco Bazilikası’nı unutmamak gerek. 1204 yılında Haçlı orduları 90 yaşındaki dük Enrico Dandalo’nun liderliğinde Konstantinapolis’i yağmalayarak birçok hazine ele geçirmiş. Ve gördük ki ele geçirilen hazineler arasındaki dört adet bronz at heykeli San Marco Bazilikası’nı süslemekte şimdilerde.  Sansovino Kütüphanesi, Saat Kulesi, Hasret Köprüsü de güzel güzel seyredildikten ve fotoğraflandıktan sonra meydandaki rıhtıma gittik.






























Rıhtımdan büyük kanalı seyrederken karşı tarafta farkettiğimiz Santa Maria della Solute Kilisesi’ni fotoğraflamazsak eksik kalırız dedik ve orada da hummalı bir çalışma başlattık=)  Bu kilise, 1630’da binlerce kişinin ölümüne sebep olana veba salgınının sona ermesi üzerine yapılmış bu arada, bilginiz olsun;)







Bilginize sunmak istediğim bir ayrıntı daha var. Günün birinde yolunuz Venedik’e düşerse , ki inşallah bu şansı yakalarsınız, vitrinlerin rengarenk cam işçilikleriyle dolup taştığını farkedeceksiniz. Yani Murano Camları=) 


Murano, Venedik yakınlarında bir ada ve cam sanatıyla meşhur. 1200lerin sonunda cam sanatıyla uğraşan atölyelerin oluşturduğu yangın tehdidi sebebiyle Venedik’ten adaya taşınmış bu sanat.  Ama emin olun, gerçekten sanat!! Hiçbiri birbirinin aynısı olmayan binlerce desen ve renk… E tabi bu sanatı ticarete dökmek için yapılmış onlarca ürün… Küpeler, kolyeler, biblolar… ve benim en çok dikkatimi çeken kitap ayraçları=) Bu da kitap ayracı aldığım sevimli satıcımızla çekildiğimiz fotoğraf=)  “Dışarıda bir sürü yakışıklı genç varken neden benimle fotoğraf çektiriyorsunuz”  laflarına aldırmadan güzel yüzü hatırına bize kalan bir hatıra…=) 


İşte böyleeee…=) Gönül isterdi ki; bu masal şehirde bir süre daha kalalım. Deyim yerindeyse Venedik’in tadı damağımızda kaldı. Ama olsun. Gidip görmek bile yetti bana. Venedik diye bir yer varmış… Hem masalmış, hem gerçekmiş…=)=)

Hiç yorum yok: