4 Kasım 2011 Cuma

PRAG DEYİNCE...

Bana 'Prag deyince aklına ne geliyor?' diye sorsalar;şu saatten sonra cevabım çok net olur: "Buram buram tarih ve romantizm kokan yer"...




Her insanın; her ülkeden, her şehirden algıladığı haz farklıdır. Herkes kendi beyninde, kendi kalbinde, kendi sözlüğünce yapar gezdiği şehrin tanımlamasını:) (Bunun erasmus grubunda yeterince örneklerini görebiliyoruz):) Ben de Prag'ı böyle kazıdım beynime, kalbime...:) Eski Kent Meydanı, Charles Köprüsü, Prag Kalesi, Saat Kulesi, sayısızca hediyelik eşya mağazası... Prag'ı tam biz turizm şehri olarak düşünmeme yetti de arttı bile. Bir de katıksız İngilizcesiyle bize eşlik eden tur rehberimiz Prag tarihinin içine içine çekince bizi; değmeyin benim keyfime...:)





Tarih önemli dedik ya, Komünizm Müzesi gezilmeden Prag'tan ayrılmak olmazdı elbette. Gelin sizinle de Komünizm Müzesi'yle birlikte Prag yakın tarihine bir göz atalım...
Müzenin yerini kime sorsanız söyler desem de inanmayın. Biz sorduk, çok da bilen çıkmadı enteresan bir şekilde:) Neyse ki keskin gözlerimizden kaçamadı o enteresan müze girişi. Müze girişi demeye bin şahit lazım mı; evet bence lazım:) Bir merdiven ve merdivenin sonunda bir sağı bir de solu işaret eden iki ok. Sağ oku takip ederseniz kumarhaneye, sol oku takip ederseniz de müzeye giriş yapabilirsiniz. Enteresan bir paradigma değil mi?:)
Müzeye girdiğimiz andan itibaren, her müze girişinde yaşadığım, burada da beni sarıp sarmalamasına şaşırmadığım öğrenme aşkı gelip buluyor beni. Aynen şimdi sizi bu yakın tarihin içine tutup çekişim gibi, o andan itibaren tarih oluyor önüm arkam sağım solum...
1. Dünya Savaşı sonrasında 1935 yılında devlet başkanlığı görevini eline alan Edvard Benes birçok sorunla karşı karşıya kaldı. Bunlardan en önemlisi; Almanya'da Nazizm hareketinin giderek artan bir hızla büyümesiydi. Adolf Hitler'in amacı Versay Antlaşması'nı ortadan kaldırmak ve diğer ülkelerde yaşayan Almanları tek bir çatı altında toplamaktı. Bu amaçla Çekoslavakya'daki Sudetenland'e de gözünü dikmiş bulunmaktaydı. Hitler'in bu isteği Batılı güçler tarafından 30 Eylül 1938'de yapılan Münih Antlaşması'yle kabul edildi. 2. Dünya Savaşı'nın hemen öncesindeyse Çekoslavakya'nın geri kalan topraklarının çoğu Naziler tarafından alındı. 2. Dünya Savaşı sonrasındaysa bu işgal durumundan kurtulmak için Sovyetler Birliği, Çekoslavakyalılar tarafından yeni ve ferah bir döneme sebep olacak kurtarıcı olarak düşünüldü. Ne yazık ki; Sovyetler Birliği'nin ve komünizmin sözde yardım elini uzatması, onlar için hiçbir zaman ferah bir dönemin başlangıcı olmadı.
"Boşuna yoldaşlar, iyi kalpli olabilirsiniz ama buraya işgalciler olarak geldiniz, bizim ülke toprağımızı kirlettiniz. Çocuklarımız sizden nefret ediyor ve edecekler de. Ve biz babalarsa, düşkün ve iktidarsız ama onurumuzu yitirmeden seyrediyoruz. Bu saldırıyı savuşturacağız, ihanetin ve alçaklığın bizi aşağılamasının üstesinden geleceğiz. Eğer kalplerimizden 'sevgi' ve 'barış' sözcüklerini söküp atmak zorunda kalıyorsak onun suçunu kendinizde arayın. Sizler haysiyetsiz işgalcilersiniz." 
diyen o dönem Çekoslavakya'sının resmi Komünist Partisi gazetesi Rudé právo ne de güzel anlatıyor hayal kırıklığını.
1948-53 yılları arasındaki baskı ve göstermelik mahkemeler zorunlu çalışma kamplarını kalabalıklaştırdı. En önemlisi Jachymoy uranyum madenleri olmak üzere 124 zorunlu çalışma kampı o dönem Çekoslavakya'sında bulunuyordu. 
Stalin'in 1953 yılında ölümüyle birlikte ülke ekonomisi ve komünist parti rejiminin gücü azaldı.  Dönemin karışıklıklarından faydalanan Komünist Parti Sekreteri Alexander Dubcek'i destekleyen Ludvig Svoboda devlet başkanlığı koltuğuna oturtuldu. Kendi deyişiyle 'insan yüzlü sosyalizm' isteyen Alexander Dubcek bir dizi reform yapacağına söz verdi ve Prag baharı başlamış oldu.  Yaptığı devrimlerle güven toplayan Dubcek Çekoslavakya'nın Varşova Paktı'ndan ayrılmayacağını, Sovyetler Birliği'yle işbirliğini bitirmeyeceklerini birkaç defa yineledi.
Ve 1968 yılında Sovyetler Birliği, Federal Almanya'nın Çekoslavakya'nın Sudetenland alanını işgal etmeyi amaçladığını kanıtlarla göstererek Kızıl Ordu'nun ülkeye girmek için izin istedi. 21 Ağustos 1968 yılında işgal başladı. İşgal sırasında ve sonrasında 300.000 Çekoslavakyalı ülke dışına kaçtı.
20 Kasım 1989'da yaklaşık yarım milyon kişi Prag'taki Wenceslas Meydanı'nda yarım milyon kişi toplanarak Komünist Partisi yönetimine son vermek istedi. Bundan sonra Wencesles Meydanı'nda ve Bratislava'da hemen her gün gösteriler yapıldı ve 28 Kasım'da Komünist Partisi yenildiğini sezdi. Partinin siyasi iktidar üzerindeki tek elini kaldırması üzerine 29 Aralık'ta özgür Çekoslavakya'nın ilk devlet başkanı seçildi.
İşte size Prag'ın komünizm rejimiyle iç içe geçmiş tarihi ve de Komünizm Müzesi'nden birkaç kare...












Hiç yorum yok: