28 Eylül 2012 Cuma

DUBLÖRÜN DİLEMMASI

İniyor muyuz, çıkıyor muyuz bilmiyorum. Hacer Ceren, asansörün aynasında kirpiklerini inceliyor. Boşluğa bakarak mırlıyorum: "Hayatının geri kalanını birisiyle geçirmek istediğini anladığın zaman, hayatının geri kalanının bir an önce başlamasını dilersin."
"Biliyor musun Hobbit?" [Bana 'Hobbit' der.]
"Neyi?"
"Yanılgılarımızın çoğu, düşüneceğimiz yerde duygulanmak, duygulanacağımız yerde düşünmekten doğar." Ve yanağımı öpüyor.
"Bir gözlük almalısın Geronimo." [Geronimo: Hacer Ceren'in lakabı.]
"Neden?"
"Her defasında dudaklarımı ıskalıyorsun."....

Tanıştırayım... Okurken "Neden daha önce elime geçmedi bu?" diye nedamet krizleri geçirdiğim, kâh kahkahayla, kâh büyük heyecanla bir solukta okuduğum kitabım:) Bu nasıl kıvrak bir zekâ, nasıl bir üslup dedim, Murat Menteş'e övgüler yağdırdım içten içe:)

Alper Canıgüz'ün de söylediği gibi size bu kitap hakkında şöyle sesleneceğim:

"Ben sevdim, eller alsın."

26 Eylül 2012 Çarşamba

TAHAMMÜL MÜ?:/

Sevgili bugünlük!:)
Nasılsın, iyisindir umarım? Beni soracak olursan ben iyiyim... Ama hayat beni yormuyor değil...
İlkokuldan beri cilt cilt günlük tutan Betül'den inciler...:) Arada elime geçiyor da saatlerce oku oku bitiremiyorum, dün gece olduğu gibi:)

Tek kelimeyle komik... Ne yalan söyleyeyim; o zamanlar üzüldüğüm şeylere bile şimdi gülüyorum:) Hayat işte...:)

Gelgelelim bugün sizinle paylaşmak istediğim şey bambaşka:)

Çin'de yetiştirilen bambu ağaçları hakkında bilginiz var mıydı? Benim bir fikrim yoktu açıkçası. Ta ki bugün arkadaşımın profilinde şu yazıyı görene kadar...  


Çin Bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel bir örnektir.
Çinliler bu ağacı şöyle yetiştirir:
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.
Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.
Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez.
Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir.
Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez.
Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar
ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
Akla gelen ilk soru şudur :
Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı Yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
Bu sorunun cevabı tabii ki beş yıldır.
Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik ?...

Bir başarının şartları her zaman çok basittir.
Bir süre için çalışın,
Bir süre tahammül edin.
Her zaman inanın.
Ve hiçbir zaman geri dönmeyin.

İşte böylee... Herşey iyi güzel de; şu tahammül işi beni biraz zorlar:) Zamanında gerekli gereksiz herşeye tahammül ettim de hâl mi kalmadı dersiniz, hıı?

18 Eylül 2012 Salı

REÇETENİZ BU DÖRT KURAL;)

Yağmurlu bir Eylül gününden (bayılırım!) size seslenmekteyim:) Malum, düşünce baloncuklarımı büyüttükçe büyüttüğüm günler geçirmekteyim... Okudukça öğrendiğim, öğrendikçe şaşırdığım, şaşırdıkça eğlendiğim bir evre:) Hayat gailesiyle birlikte yürüttüğüm faaliyetlerden bu kadar haz almazdım emin olun. Bol vakit varken bunları yapmak daha bir keyifliymiş:)

Elbette bu keyfi sizinle de paylaşmaktır amacım:)

Hint felsefesinin dört kuralından bahsedeceğim bugün size:) O kadar hoşuma gitti ve o kadar doğru geldi ki bu yazılanlar... Hepsini eksiksiz bir şekilde hayata geçirirsek...

"Yaasslııı gittim, şen geldim;
Aç kooooynunuu ben geldim!"  diye diye mutluluğa yârenlik ederiz, söylemedi demeyin:):)



Bakın kurallar şöyle:

KURAL 1: "Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.

KURAL 2: "Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. 'Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı' gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir."

KURAL 3: " İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.

KURAL 4: "Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir."

Yazması, okuması, 'aa ne kadar doğru' deyip kafa sallaması kolay değil mi:)

Hadi bir de içimize sindire sindire yaşayalım şunları, ne dersiniz?:)

12 Eylül 2012 Çarşamba

SARI BİR GELİN...

Erzurum...

Dağına, taşına, suyuna hayran olduğum... Sebepsiz sevdiğim. Her daim özlediğim... Bir şehirden öte gördüğüm. Sokaklarında gülümseyerek gezdiğim. Milliyetçilik duygularını damardan yaşayan, bu duyguyu bir de bölgesel milliyetçilikle taçlandıran insanların memleketi. Memleketim!

Hikayesi, efsanesi, türküsü bol memleketim...

Yıllarca, kendimi bildim bileli sahiplendiğim, gönülden sevdiğim "Sarı Gelin" gibi.

Küçük bir kızken arabada, evde, herhangi bir yerde bu türküyü duyduğum zaman türlü sahneler geçerdi gözümün önünden:) Uçuş uçuş sarı saçlı bir genç kız ve onu çok seven adamı düşünürdüm hep. Hep mutlu sonla bitirmeye çabalardım beynimdeki, yüreğimdeki Sarı Gelin hikayesini. Ama ah o melodiler... Yürek burkan o melodileri yok mu... Hiç izin vermezdi mutlu sona.... Bir defa daha dinlesem de değişmezdi sonu... Bir kere daha... Bir kere daha...

Kezâ da öyleymiş, mutsuzmuş bu hikayenin sonu...

Şöyle ki;

Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu Erzurum coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır. Diğer kavimler, Kıpçakları "sarışın" anlamına gelen "Kuman" adıyla veya bu anlama gelen başka kelimelerle anmış ve tanımışlardır.
Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak beyinin kızıdır. Erzurumlu bir delikanlı sarışın Kıpçak beyinin kızına aşık olur.

Sarışın Kıpçak kızına aşık olan delikanlıya, bey babası kızı vermez.

Delikanlı sarışın güzel kızı kaçırmaya karar verir ve kaçırır. Kıpçak beyinin adamları iki kaçağın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra bulurlar ve delikanlıyı öldürürler.

O günden beri Erzurum yöresinde bu hikâye dilden dile dolaşır.

Bu güzelim melodilerin ortaya çıkmasını sağlayan hikaye işte böyle... Onlar yaşamış, bize de iç çeke çeke türkülerini dinlemek kalmış.


1 Eylül 2012 Cumartesi

SON MU BAHAR?...

Sizin de yaşamdan çaldığınız, sadece kendinize armağan ettiğiniz dakikalar var mı? Olsun!...

Başkalarını, yaşamın sırtınıza yüklediği ambargoları, keşkelerinizi, acabalarınızı düşünmeden yürüdünüz mü bir yol boyunca? Yürüyün!...

Sonbaharı sevdiniz mi siz de benim kadar? Nice anlamlar yüklü olduğunu düşündünüz mü hiç? Düşünün!...



Eylül geldi, çattı... Sonbahar nazikçe kapıyı çalmakta. Yakında akıl almaz bir sihir gibi yapraklar sararıp, kızıla çalıp düşecek dallarından... Dedim ya "nazikçe" gelip geçecek sonbahar. Ne sıcaktan çok bunaltacak ne de soğuktan donduracak...

Çıkın yürüyün. Metrelerce, saatlerce... Yerdeki yaprakların çıtırtıları gelsin sizinle, başka hiçbir şeyi taşımayın yanınızda. Sadece hayatın amacını, bu amaca yakınlığınızı sorgulayın. Her sonbahar yerdeki yapraklara bakarak kendime sorduğum soruları siz de kendinize sorun mesela: "Bu yıl yeterince çabaladım mı? Vakitsizce düşen bir yaprak olursam eğer... Hazır mıyım?"

En çok sevdiğim mevsim kapıda:) Siz de sonbaharı "anlamaya" ne dersiniz?