29 Temmuz 2012 Pazar

SONU GELMEZ ŞÖVALYE ROMANLARI...



"Sonu gelmez şövalye romanları gibidir bu yaşantı: en zor anlarda daima açık bir kapı bulunur girip saklanacak. Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene izin verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: 'Buraya kadar!' dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin..."
Dün okudum bu satırları... Çok değerli bir arkadaşımdan hediye olarak gelen ama uzzuuuunn süredir kitaplığımda okunmak için bekleyen, yerine onlarca kitap okuduğum, değerini yeni yeni anladığım kitabımdan... Oğuz ATAY'ın (bence) inanılmaz bir zeka ürünü olan romanı: 'Tutunamayanlar'ından...


Bana ait çokça kelime sarfetmeyeceğim bu yazımda. Bu satırların, beni düşündürdüğü kadar sizi de düşündüreceğine inandım, paylaşayım dedim.

Zamanın akıcılığına, dikkatsizliğimize, gözümüzden kaçırdığımız gökyüzü parçalarına ithafen yazdım...


22 Temmuz 2012 Pazar

FETHİ PAŞA KORUSU VE DE KİMLİĞİ;)

Üsküdar'da denize nazır, güzel manzaralı Fethi Paşa Korusu'na gittiniz mi hiç? Eminim çoğunuz gitmiştir, özellikle İstanbul'da yaşayanların en azından kulağına çalınmıştır bu güzel mekanın adı...
Ben de birkaç gün önce oradaydım:)



Erzurum - Bursa hattında düğünden düğüne koşturduktan, cAAnım akrabalarımın gönüllerini hoş tuttuktan sonra ayağımın tozuyla İstanbul'da gezmelere gittim, evet:)

Konuya geri döneceğim ama şöyle bir anti parantez açıp bir özelliğimden bahsetmek istiyorum size...:)
"Bu isimler de nereden gelmiş yaaa..." merakı:) Sizde var mı? Bende hayli mevcut durumda bu merak. "Bunun adı neden kaşık?", "Bu niye araba?", "Bu şehrin adı neden İstanbul?", "Adın neden Ülkü?"... gibi cismini gördüğüm şeyin ismini merak ederim ben kardeşler:):)

Nitekim Fethi Paşa Korusu'ndan içeri girdiğimde de aynı soru işareti gelip beynimin müsait bir yerinde yerini aldı. "Burasının adı neden Fethi Paşa Korusu'ydu ve Fethi Paşa kimdi?". Merak etmeyin. Üşenmedim, araştırdım.
Ne demiş J.W. Goethe...
 "Merakı olmayan hiçbir şey öğrenemez!":)

Gelelim Ahmet Fethi Paşa'ya...Biyografisi şöyle...
  
Fethi Ahmet veya Ahmet Fethi Paşa (d. 1801- ö. 1858) (Rodoslu Hafız Ahmet Ağa'nın oğlu olduğu için Rodosizade, Sultan 2. Mahmut'un kızı Atiye Sultan ile evlendiği için de “Damad” olarak anılır), 19. yüzyılda yaşamış Osmanlı asker ve devlet adamıdır. 1858 yılında ölmüştür.
1830’da Ferik (tümgeneral), 1833’te Viyana Büyükelçisi ve biraz sonra müşir (mareşal) oldu. Valilik ve Paris elçiliği yaptı. Ticaret Nâzırı, Meclisi Vâlâ Reisi, Harbiye Nazırı ve Tophane Müşiri oldu. 56 yaşında iken ölünce Divanyolu’nda 2. Mahmut Türbesi bahçesine gömüldü.
Bütün bu çeşitli ve önemli görevleri içinde en çok Tophane Müşirliği üzerinde durulur. Bu görevi sırasında padişahın isteği üzerine Eski Eserler Koleksiyonunu ( Mecma-ı Âsâr-ı Atika ) Aya İrini'de toplayarak Türk müzeciliğine katkıda bulunmuştur. Ayrıca Beykoz cam fabrikasının yönetimini de üstlenerek, Çeşm-i bülbül üretiminin yaygınlaştırılmasını sağlamıştır.
Kuzguncuk'taki Ahmet Fethi Paşa Yalısı, Üsküdar'daki Fethi Paşa Korusu, Karacaahmet'teki Rodoslu Ahmet Fethi Paşa Camii İstanbul'da onun adıyla anılan mekanlardır.

İşte böylee... Merakımı giderdim, içim rahatladı:) Biyografinin içinde yer alan, Ahmet Fethi Paşa'nın imalatının yaygınlaşmasına sebep olduğu Çeşm-i bülbül nedir diye belki siz de merak edersiniz dedim; link koydum:) 

"Bugün ne öğrendik " köşenize (!) katkım olduysa ne mutlu bana:) Bundan kelli Üsküdar'da Fethi Paşa Korusu'na gittiğinizde daha bir bilinçli olabilecek ve çevrenizdekilere "Fethi Paşa kimmiş biliyor musun..." diyerekten havanızı basabilecek kıvamdasınız, tebrikler:):)

Görüşmek üzere... 

5 Temmuz 2012 Perşembe

LA LA LA LA...

Erzurum yolundayım, otobüste...Ve bilin bakalım şu sıralar buralarda hangi mevsim yaşanıyor:) Elbette ki kış:)

Sevimli kahramanlar Bozkurt Ailesi olaraktan bu sene üstüste iki düğünümüz var. Bundan mütevellit düştük yollara. İyi de oldu hani. İstanbul'un yapıştıran(!) nemli sıcağına dayanmaktan bitap düşmüş bünyeler olarak rahat bir nefes almış durumdayız...:)

Ama bu satırları yazmamın bambaşka bir sebebi var aslında. Yan koltukta annesinin kucağında oturan, minik yol arkadaşım bu satırların ilham kaynağı. Şu anda annesi uyuyor. O da at kuyruğu yaptığı saçı sallana sallana camdan bakıyor:) Sevimli mi sevimli:) Bir de özelliği var ki sormayın:) Annesine her derdini hafif bir melodiyle harmanlayıp anlatma yetisine sahip:) Yani bıdı bıdı konuşurken sık sık şarkı söyleme modunda:) "Anne buyası açılmıyooooor aaaçılmıyor" "Anne baba neyyydeee baba la la la la"... gibi:D

Her zamanki gibi... Bir 'çocuk' olduğu için çocuk saflığına imrendim... Bir de bu özelliğiyle mest etti beni, her an ısırabilirim:)


Ben de onun gibi şarkı söyleye söyleye konuşmak istiyorum:):) Bizim bu çocuklardan yaşama sevinci konusunda öğrenecek çooookkk şeyimiz var, çok...:)