5 Nisan 2012 Perşembe

ÇALAKALEM...

Odamdan yazıyorum bu satırları. Hem huzur verecek kadar sade, hem de insanın içini kıpır kıpır edecek kadar cafcaflı odamdan:)
Yazış sebebime gelince...
Bu gece, bugünümü unutup geçmişle gelecek arasında gidip geldim. Hem yad ettim, hem hayal ettim. Sonra kendi kendime dedim ki; bu dünya boğuştukça yorulduğun, yoruldukça boğulduğun küçük çaplı (!) bir oyun alanı. Bir oyun dönüyor burada, belli ki çok çetrefilli. Başı belli, sonu belli... Kurallar en başından belli.
Ama biz oyuncular sanki bambaşka bir oyunda, bambaşka bir sona hazırlanıyoruz. Kavram karmaşası almış başını gitmiş. Beyinler sulanmış çalışıp didinmekten. Kanımca insan fıtratının en tehlikeli bileşenleri "hırs" ve "haset" tahta gelmiş oturmuş hem gözlerde, hem yüreklerde. Koşturmak ana eylem haline gelmiş. Çalar saatle uyanmak adetten olmuş. "Şu" işimizi hallettikten sonra "öbür" işimize başlamamız gerekmiş. Nefessiz kalmışız ama ne kadar az oksijen, o kadar fazla para demekmiş. 



Lale mevsiminde gidip de bir çay yudumlayamamışız lalezarda. Baharın ılık yağmur taneleri denizle buluşurken bir banka oturup seyredememişiz. Güneşin doğuşu ve batışı bizde hayranlık değil, telaş uyandırır olmuş. Bir kitapla zaman mekan bizi ayırmadan haşır neşir olamamışız. Elimizde ayakkabımız, yalınayak toprakta yürüyememişiz...
Sözüm ona yaşamışız... Bu hastalıklı toplumun hamurunu kendi ellerimizle mayalamışız... 

Hiç yorum yok: