En sevdiğim yazı türü ne biliyor musunuz?
Açıklıyorum: "Beyin fırtınası"
O da neymiş. Şiirin, denemenin, makalenin suyu mu çıkmış demeyin, kulak verin.
Beyin fırtınası dediğimiz bu yazı stilini, okul hayatımdaki değerli hocalarımdan biri öğretmişti bana. Aklınıza ne geliyorsa düşünmeden, duraksamadan yazın, silgiyi de unutun demişti. "Ay bu kelime buraya yakıştı mı?" "Ya okuyanlar bunu yanlış anlarlarsa?" "Acaba, demek istediğimle yazdığım bir oldu mu?"... demeden, çalakalem yazmak öyle güzel bir duygu ki anlatamam. Sanki beyninizin içinde boşuna ağırlık yapan, gerekli-gereksiz, yerli-yersiz bütün düşünceler elinizdeki kalemden akıp önünüzdeki kağıda dökülüyormuş gibi:) Terapi gibi:)
Ben de bugün bu şekilde bir yazı yazmak istedim.
Tabi yazdığım yer itibariyle, daha fazla ağzı yüzü toparlanmış şekilde olma durumunda bu yazı.
Konusu, başlığı olmayan bir yazı... Fonda özlenen, beklenen ve sonunda teşrif eden yağmurun sesiyle. Beynimde birbirinden çeşitli oyunlar oynayan düşüncelerimi, karman çorman da olsa yazıya dökemediğim bir şekilde yazıyorum. Bir izdiham var kafamda, anlamadım gitti. Her bir düşünce baloncuğu "benim önceliğim var" diye bağırıp durmakta.
Bazen apaçıktır yolun. Bazen de tıkanıp kalırsın doğru ya...
Düşünüyorum da; belki de "Nereden geliyorum, nereye gidiyorum?" sorusunu kendime dürüstçe sorabilmem için bahşedilmiş bir zaman dilimidir bu.
Burundan derin bir nefes alıp ağızdan nefes veriyorum...
Düşünmek için, ölçmek-biçmek-tartmak için "Vira Bismillah!!!" diyorum...
Dengeyi kurabilirsem kocaman bir alkış bana...
13 Ağustos 2012 Pazartesi
6 Ağustos 2012 Pazartesi
ZİHNİMDEKİ FRANKFURT'UN ÖNCESİ VE SONRASI...:)
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Pireler berber, develer tellâl iken...
Şaka şaka o kadar uzun zaman önce değil:) Sadece 15-16 yıl önceydi "Frankfurt" adının zihnimde birşeyler oluşturduğu zamanlar. Daha çok ürkütücü ve soğuk bir izlenim yaratmıştı bende, kabul etmeliyim. E kolay mı? Hayatımın çizgi film karakteri Heidi'nin bir nevî hapis hayatı yaşadığı, tontiş dedesinden ve Alp Dağları eteğindeki enfes kulübelerinden ayrılmasına sebep olan yerdi orası:):)
Hani çatı katına çıkıp pencereden bakmıştı. Bina yığını ve insan kalabalığını görünce de ağlamaya başlamıştı ya... Ahh ah ne kadar üzülmüştüm o zaman:):)
Şaka yapmıyorum ya, cidden erasmus dönemine kadar buydu benim için Frankfurt:):)
Ama neyse sonunda gidip görme fırsatını yakalım. Çocukluğumun öcü(!) kentine objektif bir gözle bakma imkanım oldu...
Şöyle ki;
Main Nehri'nin kıyısında olan bu kent, Almanya'nın Rhein-Main bölgesinde bulunmakta. 400 bankası, borsası, merkez bankası ve Avrupa Para Enstitüsü'yle uluslararası bir finans merkezi konumunda. Ayrıca yolcu taşımacılığı açısından Avrupa'nın ikinci büyük havalimanına (Rain-Main Havaalanı) sahip. Modern, şık ve büyük bir kent.
Eğer aklınızda bu kent hakkında birşeyler oluşmaya başladıysa, size biraz da yaşanmışlıklardan bahsedeyim:)
Ne yazık ki Frankfurt'a ilk ayak bastığımızda beş parasızdık ve ben ölümüne hastaydım:/ Frankfurt'un soğuğu da buna eklenince zor oldu benim için, itiraf ediyorum. Ama şanslıyım ki; düşünceli ve hayat kurtarıcı arkadaşlarım vardı yanımda. Furkan ve Muhammet, Şifanur ve beni sıcak Mc Cafe'ye emanet ederek hem para çekmeye, hem de hostelimizin yerini bulmaya gittiler. Bizse meteliksiz bir şekilde, çevremizde binbir çeşit (çok ciddiyim!) insanla kalakaldık:) Gerçekten erasmus hayatım boyunca yaşadığım en enteresan, en korku dolu, en hastalıklı, en komik anlardan biriydi:)
Neyse ki bu bekleyiş çok uzun sürmedi. Mükemmel hostelimize vardığımız anda buluştuğum yatağımı bir gün boyunca terk edemedim, Frankfurt sokakları benimle bir günlük gecikme sonrasında buluşabildi, olsun:):) İşte bir gün boyunca kafamı camından dışarı çıkarmadığım hostelimiz:):)
Ertesi gün öncelikle Eiserner Steg köprüsüne doğru yol aldık. Bu köprüye Love Bridge de deniliyor. Avrupa'da çoğu yerde gördüğümüz, turizmi canlandırmak için yapılan küçük numaralardan buradaki de;) Sevgililer, üzerlerinde isimlerinin yazıldığı kilitler vuruyorlar köprüye:) E Allah kabul etsin madem diyor ve köprü üzerinden Frankfurt manzaraları yakalıyoruz biz de:):)
İşte burası da canlı mı canlı, renkli mi renkli Old Town Hall..:) Noel zamanına denk geldiği için Noel Pazarı'nı da görme fırsatımız oldu. En çok burada gezmekten hoşlandım diyebilirim:) Fotoğraflara bakın ve siz de hak verin:):)
Ve sırada Gothic Frankfurt Katedrali (Kaiserdom). 13. yüzyıla ait bu katedral 95 m uzunluğunda.
Bu da katedralin önünde karşılaştığımız çılgın akordeoncu amcamız:):)
E Frankfurt'a gittik, Avrupa Merkez Bankası'nı ve önündeki koca Euro işaretini görmeden olmaz dedik. Merak etmeyin, oraya da gittik:):) Anti-kapitalist kardeşler protesto amaçlı oraya çadır kurmuşlar onları da gördük:):) Bakın küçük eurocuğun hemen solunda;);)
İşte böyle sevgili kardeşler...:)
Ertesi gün biz Frankfurt'tan ayrılırken bembeyaz bir örtü kapladı her yeri. Ba-yıl-dım:)
"Hadi gönlümü kazandın yine Frankfurt, iyisin" dedim ve veda ettim bu kente:):) Kimbilir belki bir zaman, bir şekilde, yine aynı yollardan yürürüm belli olmaz...:)
Siz de yürüyün bence:)
Görüşmek üzere...
4 Ağustos 2012 Cumartesi
BİR KIVILCIM DÜŞER ÖNCE... (ORJİNAL BAŞLIK? EH.)
"İnsanın ruhuyla ilgilenmesi için hiçbir zaman çok erken ya da çok geç değildir..."
Ve bilirim ki; benim de ruhuma iyi gelen, yumuşacık elleriyle içimi okşayan, yıllar geçtikçe değerlenen dostlarım var. İyi günde, kötü günde duacım onlar...
Güvendiklerim... Kahkaha atmaya da, ağlamaya da beraber iştirâk ettiklerim:)
Farklı bir dille iletişim kurduklarım..:)
"Hani şu gün vardı ya, şey yapmıştık hani..." gibi dengesi bozuk bir cümle kurduğum zaman bile beni anlayanlarım:)
Bir anı...
Tek bir kötü anıyı bile bana yük etmeyenlerim...
Düşündükçe gülümsediklerim...
Sevdikçe sevdiklerim...:):)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)